Gazetemiz yazarı Barış Terkoğlu, “Enes’i boğanları kim besledi?” başlıklı dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.
Terkoğlu bugünkü yazısında, Elazığ’da Nur cemaatine ait evde gördüğü baskı nedeniyle yaşamına son veren Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisi Enes Kara’nın ölümüne değindi.
Terkoğlu, Nur cemaatinin Elazığ’daki “resmi abisi”nin Muhammed Orakçıoğlu’nun ana konuşmacı olduğu etkinliklere Vali, İl Emniyet Müdürü, AKP’li milletvekilleri, AKP’nin il ve ilçe belediye başkanlarının da katıldığını belirtti.
Yazıda, 2010 yılında, Tahşiyeciler adı verilen Fethullahçıların rakibi olan dini gruba yapılan FETÖ operasyonunda, Orakçıoğlu’nun polislere ifade verdirdiği iddiasına da yer verildi. 15 Temmuz’un ardından gözaltına alınan Orakçıoğlu’nun İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “ağabey” dediği Nurculuğun Okuyucular grubundan Hüsnü Bayramoğlu’nun araya girdiği ve serbest bırakıldığı anlatıldı.
Terkoğlu’nun yazısı şöyle:
Daldaki kiraz, tabaktaki çilek. Dünyanın güzelliklerini bir çocuktan daha fazla kim bilebilir? Çileğimize de kirazımıza da el koydular. Peki, çocuklara ne kaldı?
Her seferinde aynı hatayı yapıyoruz. “Cemaat yurdunda öldü” diyoruz. Oysa ortada cemaat var, yurt yok. Zira öğrenci yurdu açmanın kuralları var. Hiçbiri böyle değil. İzin kâğıtları, resmi sorumluları, hatta tabelaları bile yok. Bir daire, bir apartman cemaat parasıyla kiralanmış. İçi öğrencilerle doldurulmuş. Haliyle her ölümden, her istismardan sonra devlet görevlileri “görmedik, duymadık” diyor. Oysa her şey herkesin gözü önünde oluyor.
Arkadaşları Enes’in Atatürkçü bir çocuk olduğunu söylüyor. Ailesinin baskısı, Elazığ’da tıp okuyan Enes’i, Nurcuların evlerine mahkûm etmişti. O evlerde kalanlar, Said Nursi’ye atıfla, Atatürk’e “deccal” gibi hakaretlerin yapıldığını anlatıyorlar. İki farklı medeniyet, iki farklı anlayış… Enes’leri boğan bunalım burada başlıyor.
Bu evlere Nurcular “dershane” diyor. Said Nursi’nin risalelerini okuma işini “ders” olarak tanımlıyorlar. Konuştuklarım, bu evleri, “sevgisiz-muhabbetsiz” diye anlatıyor. Çocuk yaşındaki gençler, dilini anlamadıkları risaleleri baskıyla okuyor. Özel yaşamları sürekli kontrol altına alınıyor. Sorgulamanın olmadığı, robot yetiştiren insaniyetsiz disiplinin, ağır depresyonlara yol açtığına dair sayısız örnek veriliyor.
Gelelim Elazığ’a…
DEVLETİN DESTEĞİYLE BÜYÜYORLAR
Nur cemaatinin Elazığ’daki “resmi abisi” Muhammed Orakçıoğlu. Tekstil işiyle ilgileniyor. Ona “abi” dedirten ise cemaat içindeki geçmişi.
Herkes biliyor, Nurculuğun kurucusu Said Nursi. Onun birinci talebesi ise asker kökenli Hulusi Yahyagil. Nurculuk yazınında Yahyagil’in ayrı bir yeri var. Zira Nurculuk yazını, Hulusi meselesini ordunun-devletin Nurculaşmasının ana motoru olarak görüyor.
Nursi, Beşinci Şua’da, gelecekte bir gün, Türk ordusunun “İslam ordusu”na dönüşeceğini söylüyordu. Bir başka yerde, Hulusi Yahyagil’in rüyasını yorumlayan Nursi, geleceğe dair bir “okuma”da bulunuyordu: “Sarıklı, küçük, genç bir zat ise Hulusi’yle omuz omuza verecek, belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzettir.”
Haliyle Nurcular yıllarca Asker Hulusi ve ona omuz verecek küçük sarıklı hikâyeleriyle büyüdüler.
Gelelim Orakçıoğlu’na…
Orakçıoğlu ya da Nurcuların diliyle “Muhammed Abi”, Yahyagil’in en yakınındaki isim, onun vârisi. Bugün Hulusi Yahyagil adına açılan siteye girildiğinde sizi şu ifadeler karşılıyor:
“Merhum Hulusi Bey henüz hayatta iken, kendisinde bulunan Bediüzzaman hazretlerinden gelen mektupları, kendi yazdığı mektupları, kendine gelen mektupları, kitap ve belgeleri vs. bu evrakların tamamını Muhammed Orakçıoğlu’na vermiştir.”
Hulusi Bey’in Elazığ’da doğması ve ölmesi, mezarının burada bulunması nedeniyle her yıl onun adına çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Ana konuşmacının Orakçıoğlu’nun olduğu etkinliklere kimler mi katılıyor? Vali, İl Emniyet Müdürü, AKP’li milletvekilleri, AKP’nin il ve ilçe belediye başkanları. Hulusi Bey’in ölüm yıldönümü olan temmuz ayındaki “büyük buluşma” bile özel harekât şube müdürlüğünün yanındaki alanda, Orakçıoğlu’na ait geniş arazide gerçekleşiyor. Kısacası cemaat; kurumlarıyla, etkinlikleriyle, evleriyle devletin gözünün önünde. İmkânları da çoğu zaman devlet kurumları sağlıyor.
FETÖ KUMPASININ ORTAĞI
Bu kadar değil…
Daha önce Nurcular hakkında çeşitli bilgileri bu köşede okudunuz. FETÖ, esas olarak Nurculuğun kolu olan bir cemaatti. Hizmet Vakfı gibi Nurculuğun çatısı olan kuruluşlar, Fethullahçılığı resmi olarak destekliyordu.
Örgütün kumpasları Ergenekon, Balyoz gibi davalarla sınırlı değildi. Tahşiyeciler adı verilen Fethullahçıların rakibi olan bir dini grup da FETÖ’nün operasyonuna uğramıştı. 22 Ocak 2010 tarihinde, Tahşiyecilerin lideri Molla Muhammed de dahil olmak üzere, 122 kişi gözaltına alınmış, bir kısmı tutuklanmıştı. FETÖ’ye yargı süreci açılınca Tahşiye kumpası da hâkim önüne çıktı.
İşte bu dönemde ilginç bir belge Orakçıoğlu’nun kumpasla ilişkisini gündeme getirdi. Tahşiye kumpasının ilk işaretini, 6 Nisan 2009 tarihinde, FETÖ lideri Gülen, Tahşiyecileri hedef göstererek vermişti. Ardından 14 Nisan 2009’da, Elazığ Emniyet Müdürlüğü’ndeki FETÖ’cü polisler, Tahşiyeciler hakkında bir istihbarat raporu yayımladı. Adeta Nurcu bir militanın diliyle yazılmış polis raporunun kaynağı, Elazığ’da Hulusi Yahyagil’in önde gelen talebeleriydi. İşte Tahşiyeciler, FETÖ’cü polislere kendileri aleyhinde ifade vererek kumpasa ortaklık edenin, bizzat Orakçıoğlu olduğunu iddia ediyor.
15 TEMMUZ’DAN SONRA GÖZALTI
İkinci detay daha da enteresan…
Orakçıoğlu, Nurculuğun Okuyucular grubuyla bağlantılıydı. Geçen aylarda vefat eden Hüsnü Bayramoğlu ile hareket ediyordu. Elazığ’da konuştuğum kaynaklar, 15 Temmuz’un ardından Orakçıoğlu’nun gözaltına alındığını anlattılar. Tekstil işiyle uğraşan Orakçıoğlu’nun Bank Asya’da yüklü bir hesabı vardı. Gözaltına alınan bazı FETÖ üyeleri de kendisiyle ilişkilerine dair ifade vermişti. Nurculara yapılan operasyonlarda devreye girdiğini daha önce de anlattığım Bayramoğlu, Orakçıoğlu için harekete geçmişti. Onun kendilerinden olduğunu anlatmıştı. Orakçıoğlu, kısa gözaltının ardından serbest bırakılmıştı.
Günlerdir Enes’in hikâyesi içimizi acıtıyor. Görmemiz gereken ise Enes’in içine düştüğü ağ. Emin olun, Enes’in ölümünden sorumlu olanlar asla soruşturulmayacak. Kaldığı cemaat evinin peşine düşen olmayacak. Muhalefetin “Enes sessizliği” de gösteriyor ki bu yapı, düzen değişmedikçe çocukları öğütmeye devam edecek. Zira anlattığım gibi, FETÖ giderken yerine kendi ağacından yapılmış sopalar bıraktı. Bir zamanlar FETÖ’yü himaye eden Nurcular, yine devletin içinde, yine devletin imkânlarıyla menzillerine yürümeye devam ediyor. Olan yine dişlilerin arasında kaybolan çocuklara oluyor.
Goethe, “Kirazın ve çileğin tadını çocuklara ve kuşlara sormalı” diyor. Çocuk Enes, Nur cehenneminden pencereden atlayarak kurtuldu. Ne yazık bir kuş gibi kanatları yoktu. Çileklerimizi ve kirazlarımızı, çalanlardan kurtardığımız gün, çocuklarımızın mavi göğe çırptığı kanatları olacak.