Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi’nin 22. Taraflar Konferansı (COP 22) Antalya’da sürüyor. Taraf ülkelerin temsilcileri ile Akdeniz kirliliğine çözüm aranan konferansta BBC Türkçe’ye konuşan Çevre, Şehir ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkilileri, Türkiye’nin iki yıllık büro başkanlığı süresince Akdeniz’i korumak için atılacak adımları anlattı.
Türkiye iki yıl boyunca Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi, diğer adıyla Barselona Sözleşmesi’nin Sekretarya Büro Başkanlığı görevini üstlenecek.
Sözleşmeye taraf olan 21 ülke ve Avrupa Birliği’nin temsilcileri, sivil toplum kuruluşları ve bilim insanları COP 22 Konferansı’nda bir araya geldi.
Dört gün sürmesi planlanan konferansta; Akdeniz’deki kirlilik, biyoçeşitlilikteki azalma, yabancı türlerin Akdeniz canlılarını tehdidi ve iklim değişikliği konuşuluyor.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, Akdeniz’in savaştığı sorunlarla sadece birkaç ülkenin tek başına mücadele edemeyeceği belirtti:
“Üstelik biz daha, biyolojik istilalara, egzotik türlerin doğal ekosistem üzerinde oluşturduğu baskılara, zararlı alglerden zararlı yosunlara kadar onlarca yeni soruna yeterli cevabı verememişken.”
COP22 zirvesindeki uluslararası katılımcılar, Akdeniz kirliğinin pek çok sebebi bulunduğuna ve tüm kıyı ülkelerin katılım gösterdiği bütüncül bir politika ihtiyacına dikkat çekiyor.
Uluslararası kuruluşların raporları ise Akdeniz’in hızla “plastik çöplüğüne” dönüştüğünü ortaya koyuyor.
Bakan Yardımcısı Birpınar: En önemli sorun deniz çöpü
BBC Türkçe’ye konuşan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar, Türkiye’nin büro başkanlığı süresince atılması gereken en önemli adımın, deniz çöpü sorununa dair çözümler üretilmesi olduğunu ifade ediyor.
COP22 görüşmeleri sırasında tüm taraf ülkelerce bu konunun üzerinde ciddiyetle durulduğunu söyleyen Birpınar, Akdeniz kirliliğinin önüne geçebilmek için hayata geçirilmesi gereken yaptırımlar üzerine çalışıldığını aktarıyor.
Türkiye’nin son yıllarda sıfır atık konusunda son yıllarda ciddi adımlar attığını belirten Birpınar’a göre, atığın maddi değeri artırılarak hem karada hem de denizlerde kirliliğin önüne geçmek mümkün:
“Kanun ve yönetmelik değişiklikleriyle geldiğimiz noktada, atık kâğıdın tonu şu anda 3 bin 500 TL oldu. Diğer yandan 1 ton atık pet şişenin tonu 15 bin TL olurken, alüminyum atığın tonu ise 20 bin TL oldu. Dolayısıyla atık bir sektör olmaya başladı.
Türkiye, Akdeniz kirliliğinden ne kadar sorumlu?
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak denizlerin plastikten korunması konusunu Türkiye gündeminde canlı tutmayı planladıklarını belirten Birpınar’a göre, Hatay’dan İstanbul’a kadar tüm denizlere giden kirliliğin önlenmesi gerekiyor.
Ancak uluslararası raporlar göre, Türkiye’nin Akdeniz kirliliğindeki karnesi pek de parlak değil.
Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın 2018 tarihli raporuna göre, Akdeniz’e en çok plastik atık günde 144 ton ile Türkiye’den atılıyordu.
2020 tarihli Dünya Doğa Koruma Birliği raporuna göre ise Türkiye, Akdeniz’i en çok kirleten ülkeler arasında üçüncü sırada yer alıyor. Rapora göre Mısır Akdeniz’e yılda 74 bin ton, İtalya 34 bin ton, Türkiye ise 24 bin ton atık bırakıyor.
Akdeniz’deki plastik çöplerin yüzde 80’inin, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 9 ülke kaynaklı olduğu ifade ediliyor.
Birpınar, bu uluslararası raporlarla ilgili olarak “Suçlayıcı raporlar olarak değil, bize yol gösterici raporlar olarak görüyorum. Türkiye’nin tedbir alması gerekiyor” diyor.
Öte yandan, Türkiye’nin Akdeniz’de diğer ülkelerden farklı olarak çok daha uzun bir kıyısı olduğunu hatırlatan Birpınar, ülkelerin Akdeniz’i kirletme verilerine bakarken bu unsurun da dikkate alınması gerektiğini ifade ediyor:
“Çanakkale’den Hatay’a kadar bütün sınırı Akdeniz saydığınızda, tüm bu kıyı şeridinden gelen kirlilik hesaba katılıyor. Bosna Hersek’in 50 km’lik bir sınırı varken, bizim Akdeniz’de binlerce km’lik bir sınırımız ve buna bağlı olarak daha yoğun bir nüfusumuz var.
“Bu raporlar yanlıştır demiyorum, kasıtlı yapılıyorsa o ayrı ama Türkiye’nin de tedbir alması gerekiyor. Hatay’dan İstanbul’a kadar bütün denizlerimize giden kirliliği önlememiz lazım.”
Birpınar: Devletin belediyelere de ucuz kredi bulması lazım
Türkiye’de çevre konusunda “yılların ihmali” olduğunu söyleyen Birpınar, Türkiye’nin çevresel altyapıda Avrupa Birliği seviyesine gelebilmesi için 85 milyon euro para harcaması gerektiğini belirtiyor:
“Bu ülkede 1990’lardan bu yana çevreye çok ciddi yatırım yapıldı ancak çok da kolay değil. Çevresel altyapı açısından AB seviyesine gelebilmemiz için kişi başına bin avro para harcamamız gerekiyor. Bu da tüm Türkiye için 85 milyon avro demek.
“85 milyar avro bulup bu yatırımları tamamlamanız lazım ama bu parayı sadece kendi içinizden bulmak çok mümkün değil. Devletin uluslararası ucuz krediler bulup bu kaynakları belediyelere de açması lazım ki bu işler yürüsün.”
Türkiye’nin deniz kirliliği nasıl izleniyor?
Türkiye 2011 yılından itibaren Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve TUBİTAK koordinasyonuyla birlikte “Denizlerde Bütünleşik Kirlilik İzleme Programı” uygulamasıyla denizlerdeki kirliliği izliyor.
BBC Türkçe’ye konuşan Laboratuvar, Ölçüm ve İzleme Daire Başkanı Soner Olgun 20 milyon TL bütçeli program kapsamında tüm denizlerde biyolojik çeşitlilik, ekolojik kalite ve plastik seviyesi hakkında düzenli veri izleme gerçekleştirildiğini ifade ediyor.
Türkiye’nin denizlerindeki 423 istasyondan veri alındığını belirten Olgun, programdan elde edilen veri ve bilgilerin Barselona Sözleşmesi doğrultusunda taraf ülkelere raporlandığını aktarıyor.
Peki, bu detaylı veri izleme süreci de Türkiye’nin Akdeniz’i en çok kirleten ülkeler arasında yer aldığı saptamasını doğruluyor mu?
Olgun, Akdeniz’deki plastik kirliliğinin sadece Türkiye için değil Akdeniz’e kıyısı olan 21 ülkenin tamamı için “çok büyük bir problem” olduğunu söylüyor:
“Akdeniz kirliliğinde bir ülkeyi sorumlu tutmayı doğru bulmuyoruz. Açık bir denizle ilgili bu tespiti yapabilmenin çok objektif verilere dayanması gerekirken, bunlar çok subjektif değerlendirmeler.
“Akdeniz’e kıyısı bulunan 21 ülkenin sorumluluğu var. Biz elimizdeki verileri Barselona Sözleşmesi kapsamında sekretaryaya en şeffaf ve başarı şekilde raporlayan ülkeyiz. Akdeniz kirliliğine engel olmak için, tüm mikro plastik ve deniz çöplerini izliyoruz.”
‘Atıksular eş zamanlı olarak izleniyor‘
Olgun, atık su arıtma tesislerinden çıkan su analizlerinin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından dijital ve eş zamanlı olarak izlendiğini söylüyor:
“Sürekli Atıksu İzleme Sistemleri (SAİS) ile şu an cep telefonumdan istediğim arıtma tesisinden numune aldırabiliyor ve atıksu arıtma tesislerine ani denetim yapabiliyoruz. Bu sistemle Marmara’nın atık sularının tamamının izlemeye aldık.
“Şu anda bu yükümlülüğü sanayi tesislerine de getiriyoruz, onlar da o belirlediğimiz standartlara uygun olarak ekipman tedarikini yapıyorlar.”
Peki, hali hazırda sanayi tesislerinin denize bıraktığı atıksuların kalitesi nasıl izleniyor?
Olgun, sanayi tesislerinden çıkan atıksuların takibinin diğerlerine göre ‘daha zor’ olduğunu şöyle anlatıyor:
“Belediyelere ait arıtma tesislerinde, bütün atık sular tek bir merkezde toplanıyor ve hem arıtması hem de denetimi daha kolay olabiliyor.
“Ama sanayi tesislerinin takibi elbette daha zor. Bunları organize sanayi bölgelerine dönüştürüp, bütün arıtmalarını tek bir yerde birleştirerek daha ciddi bir takip yapmak mümkün ancak kurulu sistemi yıkıp değiştirmek, her zaman sürdürülebilir çözümler olmayabiliyor.”
‘Çevre meselesi bir kalkınma meselesidir‘
Dünya’da iklim değişikliğinden en fazla etkilenen havzaların arasında yer alan Akdeniz’in kıyıları ve yakın çevresindeki ülkelerde yaklaşık 450 milyon kişinin yaşadığı ifade ediliyor.
Akdeniz ısınmaya başladıkça Kızıl Deniz’den Akdeniz’e gelen balon balıklarının Akdeniz türlerini yok etmeye başladığını söyleyen Birpınar’a göre, Türkiye’nin Akdeniz biyoçeşitliliğini koruması gerekiyor:
“Çevre meselesi bir kalkınma meselesidir. Ülkemizin kalkınmasını ve zenginleşmesini istiyorsak, Akdeniz’deki biyoçeşitliliği, kültür varlıklarını ve kıyıları korumak zorundayız.”
Bu amaçla Türkiye’nin Avrupa Birliği çevre müzakerelerini 2004 yılında başlattığını hatırlatan Birpınar, tüm kanun ve yönetmeliklerin AB ile uyumlu olduğunu kaydediyor:
“Türkiye aslında çevresini iyi koruyan ve yönetmeliklerini sürekli geliştiren örnek bir ülke. Ama tabii takdir edersiniz 85 milyonluk bir ülke olduğu için, daha fazla isler yapmamız gerektiğini de düşünüyoruz.”