Melis Bozkurt, psikoloji türünde kaleme aldığı ve kısa sürede 6. baskısı yapılan kitabında insanın aslında kusurlarıyla bir bütün olduğunu vurgulayarak; özgünlükler ve otantikliğin de çoğu zaman kusur olarak adlandırıldığını söyledi.
‘Güzel olan aslında kusursuz olan değil özgün olandır’ diyen Bozkurt, “Size kusur diye dayatılan da aslında kusur değildir. Özgünlüklerinizin, sizi siz yapan parmak izlerinizin birer kusur olduğuna ikna edilmişsinizdir sadece. Güzel olan, kusursuz olan değildir, özgün olandır. Kusurlarını karakteristik bir güce dönüştürebilendir. Kusur olarak gördüğümüz şey her ne olursa olsun bunu yapıcı ve yaratıcı bir çözümle özgünlüğümüz haline getirebiliriz. Unutmayın ki “kusur” tamir edilmesi gereken şey değildir, doğru değerlendirilmesi gereken şeydir. Çünkü kusur imzadır. Kusur özgünlüktür, otantikliktir” ifadelerini kullandı.
KUSUR BİR İMZADIR
İnsanın yaptığı her şeyde olduğu gibi kusurun da bir imza olduğuna inandığını dile getiren Melis Bozkurt, şunları söyledi: “İmza nedir? Kişinin her hangi bir belgeye ya da bir yapıta kanun önünde kendine ait olduğunu tasdik etmek için sadece ona özgü bir yazı-çizi ile işaretlemesi işleminde kullandığı yazı-çizi-şekildir ve o kişiye özeldir. Bir başkası kullanamaz, taklit edemez. Kusur da Tanrı’nın yapıtına attığı bir çeşit imza bana göre. Hepimizde bir şekilde var, çünkü kusursuzluk sadece Tanrı’ya özgü bir özellik. Tanrı bizi kendinden bir parçayla yaratırken ufacık bir fark katmış yapıtına, işte o fark kusur. Bir tür hediye, başkasına benzememe nedenimiz”
KUSURSUZLUK DİYE BİRŞEY YOK
Kusurların insana özgü ve doğal bir şey olduğu görüşünü dile getiren Melis Bozkurt, kusursuzluğun ancak ilahi alemde var olabileceğini vurguladı.
Kusursuzluk diye bir şeyin bu dünyada olmadığını kaydeden Bozkurt, “Kusursuzluk ancak ilahi alemde var olabilecek bir kavram. O yüzden insanlar boşuna uğraşıyor kusursuzluk için. Kaf Dağı gibi, sadece masallara konu olabilir. İnsanlar bireyselleşmenin son hızla gittiği 20. Yüzyılın sonu ile 21. Yüzyılın başında öyle içlerine kapandılar ve kendilerini tanıma çabasına girdiler ki, başkalarından koptular. Kendileri üzerine bir dünya yarattılar ve o dünyayla sosyal medyaya çıktılar. Orada bir anda milyonlarca başka dünya ile karşılaştılar ve bir tür dünyalar savaşı başladı. Kendi dünyasını mükemmel olarak lanse eden savaşı kazanacaktı, savaşın kazananını ise alınan like sayısı belirleyecekti. Şu anda yaşanan tam da bu, sosyal medya için yaratılmış dünyalar savaşı. Peki, bunun sonu nereye gider? Like sayısı az olan kişi dünyasındaki kusurların buna sebep olduğunu düşünüp dertlenir, kendine küser, kusurlarından nefret eder. Like sayısı yüzünden hayatına son vermeyi düşünen gençler bunun en uç örnekleri. Halbuki kazanan dünya kusursuz olduğu için daha çok beğenilmedi, sosyal medya dinamiklerini daha iyi kullandı, o kadar. Ben kusurun bu işle hiçbir ilgisi olmadığını anlattım kitapta. Sizin beğenilip beğenilmemenizin sebebi kusurunuz değildir. O kusurla beraber kim olduğunuzdur. O yüzden kusurunuzu sevin diyorum. Kişiliğinizin bir parçası olduğunda size cazibe katacaktır”